Aralık 2018’de gazetelerde yayımlanan haberlere göre “294 anonim şirket, 552 limited şirket olmak üzere toplam 846 firma konkordato ilan etti.”
2018’de açılan ticari firma sayımız 121 bin 300, kapanan firma sayımız 81 bin 599. 2018 yılının ilk 11 ayında ihracatımız yüzde 7.7 artarak 154.2 milyar dolara, ithalatımız aynı dönemde 206. 5 milyar dolara çıkarak geçen yılın yüzde 2 altında gerçekleşmiş. Mal ve hizmet birlikte değerlendirildiğinde 2018 Ocak-Ekim döneminde ihracat 186.1, ithalat 203 milyar dolar olmuş, ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 91.3’de kalmış. Bu ne demek? Üretmiyoruz, tüketiyoruz.
Bunlar 2013 yılında dünyanın 17. büyük ekonomisi olmuş Türkiye’nin değerleri. O yıldan bu yana da bir düşüş yaşıyoruz. Bu gidişle 2025 yılında bırakın ilk 10’a girmeyi, ilk 20’ye bile gireceğimiz şüpheli. Gerçekten bir yol ayrımındayız.
Peki bizi buraya getiren sebepler neler? Yine tümden gelimle bakarsak….
Esasında yapmamız gereken tek şey kafamızı yukarı kaldırmak, dünyada yaşananlardan ders almak, ekonomileri önceleri bizler gibi olan ama şimdi dünyanın önde gelen ekonomileri arasına girmiş ülkelere bakmak. Güney Kore, Brezilya, Hindistan, Çin vb. örneklere…
Dünyada yüksek katma değer yaratan inovasyon temelli ekonomilere baktığımızda gördüğümüz 3 ortak özellik vardır:
- Bilgiye ulaşmada ekonomik ve siyasi kolaylıklar
- Adil rekabetin yasal güvence altında olması
- Dayanışmaya dayalı bir ekosistemin varlığı.
Bu 3 ortak nokta gerçekten de, ülkelerin inovasyon performanslarını hesaplayarak onlar arasında karşılaştırma yapma imkanı sağlayan “Küresel İnovasyon Endeksi’nde”, en önemli bileşenlerdir. İnovasyon endeksleri, ulusal rekabet edilebilirliği ölçmek için geçmişi, şu anı değerlemeye ve geleceği görebilmeye yardımcı olan öngörü süreçlerinin geliştirildiği bir araç olarak ele alınmaktadır.
İnovasyon kavramının ülkeler için önemli olmasının nedenleri, uluslararası rekabette avantaj sağlaması, refah artışı, sürdürülebilir kalkınma ve istihdam artışında önemli bir rol oynamasıdır. İnovasyon işletmeler, bölgeler ve ülkeler için değer yaratıcı ve karmaşık bir süreçtir.
Aşağıdaki şekilde Küresel İnovasyon Endeksinin Genel Çerçevesi tanımlanmıştır.
Tüm bu parametreler altında baktığımızda, Türkiye’de şirketleri konkordatoya getiren 5 neden:
- Bilgiye Ulaşamama/Yöneteme: Türkiye olarak “bilgiye ulaşma özgürlüğünde” 180 ülke arasında 154. sıradayız *. Konkordato ilan eden şirketlere de baktığımızda, kurumlar içinde de “an”lık olarak bilgiye ulaşmak, bilgiyi ölçmek ve bilgiyi yönetmek kavramlarının olmadığını görüyoruz. Bu sebeple de haftalık 45 saatlik çalışmanın %60’ı sorunu anlamak ve çözmeye çalışmakla geçiyor.
- Hukukun Zayıflığı: Yakınlarda yayınlanıp bizde ses getirmeyen 2015 yılının Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde (Rule of Law Index) 99 ülke arasında 80. sıradayız. Bu endekste İskandinav ülkeleri başı çekerken, Endonezya ilk 10’a girmeyi başaran tek Asya ülkesi. Bu sıralamanın ne önemi var diye sorulacak olursa, hukukun üstünlüğü ile kişi başı milli gelir arasındaki ilişkiye bakılmalı. Biri arttıkça diğerinin de arttığı tartışma götürmeyecek kadar belirgin. Hukuk mu, refah mı diye soramaya gerek yok. Biri olmazsa diğeri de yok.
- Dayanışmayı Bilmemek : Dayanışmaya gelince bunun iki boyutu var: inovasyon yolunu açabilecek eğitim boyutu, fikir sahibi olanlara sermaye ve know-how sunacak teşvik yapısı (Bkz: Güney Kore örneği). Türkiye’de maalesef ne şirket içi, ne de şirketler arası know-how’ları, güçlü yönleri birleştirme kavramı yok. Her firma ve/veya kişi hem tekrar tekrar Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışıyor, hem de bilgisini ve uzmanlığını paylaşmayarak ya da aktarmayarak yaratıcı fikirlerin yayılmasına ve oluşmasına engel oluyor.
- Rakiplerini Tanımamak: Ülkelerin ekonomik kalkınma seviyesi denilen kavramda artık şuradan şuraya geldik şeklinde bir değerlendirme yapılmıyor. Rakiplerimiz ile aradaki değişime bakılıyor. Ama lokal ve global pazarlardaki yerimizi ölçemediğimiz, bilgiye ulaşamadığımız, sorunlarımızın dışına kafayı kaldırmadığımız için bunu da bilmiyoruz. Dolayısıyla krizlere de hazırlıksız yakalanıyoruz. Zamanında “kişi başına düşen milli gelir” açısından aynı kefede olduğumuz 4 ülkeye (Yunanistan, İspanya, Brezilya ve Güney Kore) baktığımızda, şimdi bu rakiplerimiz arasında sonuncuyuz.
- Iskaladığımız İnsan Unsuru: İnsan unsurunu ıskalıyoruz. Küçük ve orta ölçekli şirketlerimizin %90’ında hala “İnsan Kaynağı Yönetimi” kavramı ve bunun bir bilim olduğu bilinmiyor. Dolayısıyla “entelektüel sermayeyi” de ıskalayarak ilerliyoruz. Tarım, inşaat, turizm dışında artık teknolojiyi daha çok işin içine kattığımız, entelektüel sermayemizi yani akıl, tecrübe, yaratıcılık ve inovasyonif düşünce gibi kendi katma değerli hizmetlerimizi daha çok kullanabileceğimiz işler yapmalıyız. Yani ayaklarımız değil, akıllarımız çalışmalı. İnşaat, tarım ve turizm dışında teknoloji, bilgi teknolojileri, elektrik/elektronik konularına kaymalı, eğitimi desteklemeliyiz. Geçenlerde 19 milyar dolara el değiştiren ve sadece 53 çalışanı bulunan WhatsApp’ın değerinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca ortaya çıkardığı on binlerce çalışanı bulunan ve ilk 10’da yer alan en büyük 4 şirketimizin (Türk Telekom, TÜPRAŞ, THY ve Petrol Ofisi) toplam piyasa değerinden daha fazla olduğunun altını çizmek isterim!
Tüm bunlarla beraber analiz – sentez ve eleştirisel düşünceye dayanan, öğrenmeyi öğrettiğimiz gençlere ve tüm bunları sağlayacak bir eğitim sistemine ihtiyacımız var. Tüm bunları seçersek refah ve özgürlüğe doğru gideriz. Diğer seçimlerde neler yaşanabileceğini ise yaşadık da, hala yaşıyoruz da. Karar sizin.
* İstatistiki veriler New York Üniversitesi’nde (NYU) Profesör olarak davranış bilim ve istatistik birimi Prof.Dr. Selçuk Şirin hocamıza ait